6 Temmuz 2012 Cuma

The Holiday.

Yıl: 2006
Yönetmen: Nancy Meyers
Senaryo: Nancy Meyers
Oyuncular: Kate Winslet, Cameron Diaz, Jack Black, Jude Law


Bir film yazısı daha. Ancak ilkinden farklı olarak bu filmi özellikle seçip izlemedim. Televizyonda "Tatil" adıyla önüme çıktı, ben de izlemeye karar verdim. Aslında başta biraz önyargılı yaklaştım, romantik anlarla dolu bir film diye. Ama izledikçe, pek de öyle olmadığına karar verdim ve sevdim. 

Ben Noel zamanı filmlerini severim,küçüklükten beri. Hele bu yaz sıcağında karlar içinde geçen bir filmi izlemek pek hoşuma gitti.

Iris (Kate Winslet) ve Amanda (Cameron Diaz). İki farklı kadın. Farklı hayatlarda farklı şeylerden şikayetçiler. Aslında sadece şikayetçiler denemez sanırım. Bir üst seviyedeler, bunalmışlar ve 2 haftalığına da olsa hayatlarını baştan aşağı değiştirmek istiyorlar. Amanda Iris'in İngiltere Surrey'deki evine, Iris de Amanda'nın Los Angeles'taki son derece lüks villasına taşınıyor. hayatlarındaki erkeklerden kaçarken bu sefer de gittikleri yerlerdeki erkeklere vuruluyorlar. Kısacası, erkeklerden kaçış yok demek istiyor sanırım yönetmen bize.

Oyuncusuna göre film seçmek bana biraz yapılmaması gereken bir şey gibi geliyor. Fakat Kate Winslet ve Jack Black olmasa filmi sıkılmadan izler miydim bilmiyorum. 

Cameron Diaz'ın canlandırdığı karakter Amanda her ne kadar sıradışı ve izlenilesi olsa da büyük olasılıkla Diaz'ın binbir işlemden geçmiş suratını incelemekten ben karaktere pek odaklanamadım. Iris'e gelince, yuvarlak hatları ve komplekssiz tavırları çok sevimli geldi. 

Jude Law'a yani Graham'a gelirsek, ben hiçbir zaman bir Jude Law hayranı olmadım, çok da fazla filmini izlemedim ama bilmiyorum, kızlarıyla olan sahneler haricinde bence sıradan bir karakterdi. Kızlara gelirsek, Jude Law bir dul ve evet gerçek hayatta böyle dullara pek rastlanmıyor sanırım, aşırı sevimliler! Amanda, Graham ve kızlar Olivia ve Sophie'nin ev içinde kurulu çadırda yattıkları sahnede aşırı sevimlilik ve mutluluk yüklemesinden komaya girebilirsiniz, dikkat edin (:

Filmin en renkli kişisi elbette yaşlı senaryo yazarı Arthur Abbott (Eli Wallach). Keşke benim mahallemde de bir adet Arthur olsa da her kafam karıştığında gidip ona bir şeyler sorsam dedim içimden filmi izlerken. 

Benim film boyunca en başarılı bulduğum anlar Iris'in hayal kırıklıklarıydı sanırım. Aşık olduğu adamın nişanlandığını öğrendiği bir de yeni yeni hoşlanaya başladığı adamın eski sevgilisine döndüğü anlar. Bu sahneleri görmelisiniz bence. "Ben de yaşamıştım aynen bu anı" diyeceksiniz, başınızdan geçenler farklı olsa dahi. Onun ağzından çıkanlar, içiniz acıtabilir, dikkat! 

Filmde iki ayrı ev olunca insan ister istemez soruyor kendine ben hangisinde yaşamak isterdim diye ve kesinlikle Iris'in Surrey'deki evini tercih ederdim. Hatta tek kelimeyle bayıldım ben o eve. 

Sorun şu ki, hayat filmlerdeki gibi değil. Yeni gittiğiniz kasabada tanıştığınız ilk ve tek erkek Jude Law kadar yakışıklı olmuyor. Canınızı sıkan sorunlarla karşılaştığınızda 2 dakikalık bir chat sonucunda evinizi tamamen yabancı birine bırakıp gidip onun evine yerleşemiyorsunuz. Bilmiyorum. Tamam filmler zaten adı üstünde film de, film karakterlerinin hayatları bu kadar yolunda gidince umutsuzluk ve mutsuzluğum daha da artıyor. Neyse.

Genel olarak filmin bir başyapıt olduğunu falan iddia edeceğim yok fakat romantik komedilerden pek de hoşlanmayan bana bile keyifli zaman geçirtmiştir. Kesinlikle izlenilebilir!

2 yorum:

  1. İzlemiştim geçen yıl bu filmi arkadaşlarla. Biz sevmiştik. Ama ben o evi daha çok sevmiştim. :)

    YanıtlaSil
  2. ben de televizyonda görüp izledim, hoşuma gitti, sevimli bir film olmuş. Zaten Kate Winslet her durumda izlenir:)

    YanıtlaSil