4 Eylül 2011 Pazar

Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupéry


“Bir zamanlar kendisinden birazcık daha büyük bir gezegende yaşayan küçük bir prens varmış. Bu prens bir koyun istiyormuş...”

Bazı kitaplar üzerine yazmak her zaman daha zor. Bunun farklı sebepleri olabilir. Benim Küçük Prens ile kurduğum bu ilişkinin temelleri pek sağlam, hani derler ya, “Aramızda kimsenin anlayamayacağı türden bir şey var.”

Son birkaç senedir Küçük Prens'i her yerde görmekten öyle sıkıldım ki. Çantalar, defterler, kıyafetler... Fakat birkaç gün önce o Küçük Prensli kupayı görünce ne kadar özlediğimi anladım. Biraz da kıskançlık var sanırım bende. Garip, çünkü tek çocuk olmama rağmen paylaşmayı iyi bilirim. Ben sanırım daha çok, kitabı eline almadan sadece Küçük Prens'i sevmenin cool ya da son moda deyişle hipster bir şey olduğu için ona yapışanlara sinirleniyorum. Oysa banane, öyle değil mi.

İzmir'de ilk D&R ben ilkokula başladığım yıl açıldı sanırım. Ya 1997 ya da 1998. Emin değilim. Cumartesileri, babam çalışırdı, hala çalışıyor. Annemle ben Karşıyaka'ya D&R'a gitmek için vapura binerdik. Vapurda kesin bir şeyler yerdim, sırf vapurda yemek yemiş olmak için. Son 10 yılda yüzlerce (gerçekten yüzlerce ama) farklı kitapçıya girip çıktım. Hiçbiri o ilk D&R hissini yaşatmadı bana. Belki hafızam şu an bana oyun oynamakta ama hatırladığım kadarıyla, 3 cepheden denizi gören bir yerdi ve gerçekten çok ama çok büyüktü. “Deniz fenerlerinin içi de olsa olsa böyle yerlerdir, kitaplar hariç” diye düşünürdüm. Yerler ahşaptı, kitap rafları, en azından çocuk kitapları bölümü, tavana dek uzanmıyordu. Ve benim her gidişimde 2-3 kitap alma hakkım vardı. İşte bu D&R gezilerinden birinde Küçük Prens'i almıştım. İlk okuduğumda hiçbir anlam ifade etmemişti. Gülü sevmiştim, tilkiyi merak etmiştim, yılandan korkmuştum. Pilotu da hep babama benzer hayal etmiştim.

Sonra o kitap kayboldu, ben geçen senelerde bir tane daha aldım. Hani kitapçılarda kasanın yanında duran bir taneyi. Son dakikada aklınızı çelmek ve satışları artırmak için bilinçli bir şekilde oraya konmuş olanlardan.

Az önce bloga gelen yorumlardan biri “Küçük Prens'i herkes sever” diyordu. Evet, öyle sanırım. Ama herkes farklı bir sebepten ötürü seviyor, ki olması gereken de bu zaten.

Ben neden seviyorum?

Çünkü Küçük Prens'in geçmişini bilmiyoruz. Zaman kavramı pek yok. Ne yer, ne içer hiç umrumuzda değil. İşte tam da küçükken dinlediğimiz masallar gibi. Sonu, başı yok. Var ama yok.

Çünkü Küçük Prens masum. Bu da onu her zaman seveceğimiz bir oğlan çocuğu yapıyor.

Çünkü Küçük Prens sorular soruyor. Herkes sorular soruyor. Tek fark, biz sorduğumuz soruların cevaplarının peşinden gitmiyoruz, sorduğumuzu unutup bir tane bir tane daha soruyoruz. O diretiyor, tatmin edici bir cevap alana kadar işin peşini bırakmıyor.

Çünkü Küçük Prens gülü seviyor. Ona karşı sorumlulukları var. Güzelliğin bakanın gözünde olduğunu biliyor. Gülü güzel yapanın onunla geçirdiği zaman olduğunun farkında.

Çünkü Küçük Prens sönmüş bir volkanı tabure olarak kullanabiliyor.

Çünkü Küçük Prens yıldızların kimsenin olamayacığını biliyor. Yıldızlar onun için gülen küçük çanlar.

Çünkü Küçük Prens, koç ile koyun arasındaki farkı biliyor. Bunu çoğu insan bilemez. Çoğu yetişkin bilemez.

Çünkü Küçük Prens trenlerin mutsuz insanları taşıdığını biliyor.

Çünkü Küçük Prens'in buğday sarısı saçları var. Çoğumuzun küçükken buğday sarısı saçları vardı.

Çünkü Küçük Prens bir tilkiyi bile dile getirtip, "Beni evcilleştir" dedirtebiliyor.

Çünkü Küçük Prens krala boyun eğmiyor, ayyaşa yüz vermiyor, zenginden nefret ediyor.

Çünkü Küçük Prens'i okuduktan sonra bir iki damla göz yaşı döküyorsanız ya da en azından gözleriniz doluyorsa hala bir şeylere içlenebildiğinizi anlıyorsunuz.

Çünkü Küçük Prens bizim çoktan kaybettiğimiz çocuk saflığımız.

Çocukluğun bitmesi demeki sınırsız haya gücünün sınırlandırılması, mantık sınırları dahilinde davramaya zorlanmak demek. Bir yerden sonra da sınırlara, uyarılara gerek kalmadan insanın kendini kontrol etmesi, edep erdem sahibi olması demek. Bir kitap karakteri de olsa en azından birinin bunları yaşamak olmadığını görmek güzel.

Ben Küçük Prens'i seviyorum, çünkü gerçekler onun gözünden asla kaçmıyor.

"Ne tuhaf bir gezegen!" diye düşündü Küçük Prens. "Kupkuru ve sipsivri; ürkütücü ve sert. İnsanlarında da hayal gücü yok. Ne söylerseniz aynısını yineliyorlar. Benim gezegenimde bir çiçeğim vardı. Önce o söze başlardı..."

Bu kitaptan birini seçip onunla konuşma şansım olsa Tilki'yi seçerdim.

Bu kitaptan, hem de dünyadan birini silmek istesem yıldızların sahibi olduğunu sanan işadamını silerdim.

Bu kitapta birine yardım edebilsem, her dakika feneri yakıp söndürmekten yorgun düşen fenerciye yardım ederdim.

Bu kitapta tek kelimelik de olsa bir söz hakkım olsa, son sahnede yer alıp "Gitme!" demek isterdim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder